5 Nisan 2016 Salı

Brokoli

Brokoli dendiği zaman bir türlü kendimi iyi ya da hevesli hissedemiyorum. Brokolinin kullanım alanları arasında brokoli çorbası ve sebzeli noodle dışında ilgimi çeken bir şey yok. Gelin görün ki her türlü salata barın nedense değişmezleri arasında. Bir de çok sevenleri var. Onları hiç anlamıyorum. Yani tipi tip değil, tadı tat değil. Brokoli çorbasına da katkısı muhtemelen renk dışında pek azdır. Aynı şekilde noodlelarda da öyle olduğunu düşünüyorum. Yani açıkçası brokoliyi pek sevmiyorum. Hele brokoliyi yıkarken asla yeteri kadar yıkanmış olduğundan emin olamama hissi de var ki. Yani faydadan çok zarar bir sebze benim gözümde. Arkalardan “ama çok faydalı” diyenleri görür gibiyim. Hiç boşuna nefes tüketmeyin bence. Ondan gelen vitamindir liftir ıvır zıvırın faydası brokolinin şu hayatımızdan eksilttiklerinin yanında devede kulak kalır.

Tamam, başlıkla ilgili yazılması gerekenleri yazdıktan sonra gelelim konumuza. Son zamanlarda dikkatimi çeken önemli bir moda akımı var. Ki brokoliye karşı hissettiklerimi daha da güçlendiren bir akım bu. Bu erkeklerin saçlarının brokoliye benzemesi durumu. Şimdi bunu gavuristanda sarışın Thor gibi adamlardan 2-3 tanesi bir yaptı bu modeli. Nasıl bir dalgalanma yarattıysa toplum üzerinde bizim memleketin kırsalına kadar tepesinde saç olan bütün erkek cinsiyeti “ben de brokoli olmalıyım” dedi. Demekle kalmadı oldu. Olduruldu, kendini o ya da bu şekilde oldurttu. 

Şimdi diyeceksiniz ki, sende saç yok fırça saçlı yurdum insanına sallıyorsun. Evet canlarım bende saç yok. Bende saç 2009dan beri yok zaten. 7 yıldır olmayan bir saç yüzünden elalemin saçına hırlayacak değilim. Oradan bir iki sivri zeka aklından kedi-ciğer ilişkisiyle ilgili iğneleyici düşünceler içine girebilir. “Lan senin saç olsa sen de brokoli yaptırırdın, yaptıramıyorsun vızıklama” gibi şeyler düşünmenizi istemem. Çünkü şayet tepemdeki saçlarım tek tek sayılamayacak kadar çok olsaydı bile bir brokoliye benzemek istemezdim.

Şimdi ben bu duruma niye bu kadar bilendim, anlatayım. Bazı ülke gerçeklerinin farkına varmamızın vakti geldi geçiyor. Benim yolum düştü gittim İsveç’e, Danimarka’ya, Hollanda’ya şöyle bir gezindim oralara. Çirkin bir tane adam bir tane kadın ara ki bulasın. Bunun doğal seleksiyon sonucu bu noktaya geldiğini düşünüyorum. Adam önlemini zamanından almış, asırlardan beridir seçici. Adam güzel kadın güzelse çiftleşiyor ürüyor. İkisinden biri çirkinse onu ölüme terk edip soyunu kurutuyorlar. Öyle manken gibi kızlardan, Thor gibi adamlardan oluşan bir toplum kurmak bugünden yarına yapılacak bir iş mi sandınız? Dönüp bakıyorum Fransa’ya, Avusturya’ya, İspanya’ya, İtalya’ya aşk ve sanat medeniyeti. Sen hiçbir kitap okudun mu tek kaşlı ayı gibi bir kızın Jean-Pierre’le, François’yla yasak aşk zincirlerinin düğüm noktası olduğunu? Sen hiç dinledin mi Viyana’da bir operada “aabi nefes alıyorsa yeter” diye bir dize, bir ezgi? Sen hiç rastladın mı kıvrak esmer bir Endülüs güzelinin kaya kafalı sivilceli ayakta durması mucize gibi duran, bağrı açık pembe gömlekli adamları etkilemek için dans ettiklerine? Durum böyle olunca her turistik mekanda biz Türkler en az Japon’lar kadar kendimizi belli edebiliyoruz. Birer karış açılmış ağızlardan damlamaya aday salyalar, güneş gözlüğünün sahte korumasında her geçen sarışının, esmerin kalçalarından, bacaklarından alınamayan bakışlar. Bu manzarayı çaresizlikle bezeli bir sinirle izleyen yengeler. Erkek erkeğe kalındığında yükselen “aabi bunlar hep işte genetik. Olay genlerde” gibi bilim dünyasının siktirettiği derinlikte tartışmalar. 

Saçmalamayın, boku genlere atmak kadar kolayı olabilir mi? Tüm Türkiye Brad Pitt, Hugh Jackman, Kim Basinger, Vin Diesel, Anne Hathaway, Audrey Hepburn, Emma Watson, Gerard Butler, Marlon Brando, Lena Headey, Helen Mirren olacaktı da son anda genlerimiz kafa attı tüm bu güzelliklere. Biraz dönüp kendimize bakmamız lazım. Hepimizin bildiği üzere biz toplum olarak eşeğe, ata kaktıran; canlı bir şey bulamazsak duvarı oyup orada hallenen iğrenç bir milletiz. Bu durumda emeği geçen sadece hemcinslerim değil, sevgili hanımlar sizlerdeki bu evlenme merakı da “evde kalacağıma kapı kolu kılıklı adamlarla evlenirim” yaklaşımı da şu anda bu coğrafyanın böylesine çirkin olmasında rol oynamıştır, oynamaktadır. Bu düşüncelerimi pekiştiren en büyük farkındalığı; Thor’ların, Sif’lerin topraklarından kalkan uçağım İstanbul’a indikten sonra bavulumu beklerken yaşadım. Yanımdaki kadim dostum Hakan’a dönüp: “oğlum halk olarak kafalarımız bile şekilsiz lan” dememle sonuçlanan bavul bekleyen insanların kafa şekillerini inceleme işlemimden sonra emindim ki azgınlığımız bizi bugün bu hale getirmişti. Bir ilişki başlangıcı için isterlerimiz “nefes alsın”la kısıtlı olduğu sürece (onu bile istemeyen var bkz. damacanalı dayı) böyle çirkin bir ırk yaşayıp yok olacağız.  

Şimdi tüm bunlar benim çok umurumdaymış gibi gelmesin size. Bunlar Tamamen kadim dostum Hakan’la yaptığımız geziler boyunca topladığım verilerin analizi ve ortaya çıkan sonucu. Bunu değiştirecek değilim. Sadece neden millet olarak saçlarımızı brokoli yaptırmamız gerektiğini daha iyi anlatabilmek için brokolinin bile yakıştığı adamlarla aramızdaki farkları apaçık ortaya koymak istedim. Saçını brokoli yaptıran çok yakışıklı Türk adamlar da var ve çok yakışıyor dediğinizi de duyar gibiyim. Sözüm onlara değil, beni yanlış anlamayın. Adam zaten kafayı kazıtsa ayılıyorsunuz, saçını uzatsa bayılıyorsunuz. O bu söylediklerimden muaf. Benim eleştiri oklarımı yönlendirdiğim kitle geri kalan büyük çoğunluk. Saçını brokoli yaptırınca o instagramda baktığı, magazin haberinde kestiği, televizyon reklamında gördüğü adam olacağım hayaliyle yanıp tutuşan ezici, yıkıcı –ne derseniz deyin- çoğunluk. 

Bugün iş yerinde gittim güzelce çişimi yaptıktan sonra ellerimi yıkamak için çıplak ayağını avuçlayan abdest düşkünü adamın –bu konuya bir yazımda değineceğim- işini bitirmesini beklerken tuvalet sırasında yaptığım bir gözlem üzerine zaten dolu olduğum bu konu üzerine artık sessizliğimi daha fazla koruyamayacağımı fark ettim. 7-8 kişinin istisnasız hepsi brokoli saçlıydı. Brokoli saç nedir? Yanlar 3 numara, üstü, özellikle önü uzun. Uzun olan saç yana taranmak suretiyle her adımda benim kardeşimle “fili fili” diye tanımladığımız hareketi yapan saç modeline brokoli saçı diyorum. Adamlara baktım içinde her sosyal altyapıdan adam vardı. Temizlikçisinden tezgah operatörüne, mühendisinden işletmecisine. Ulan saçı Thor’un birinde gördün beğendin. Hadi bir heves kestirdin kendininkini aynı şekilde. Ya bu hareketin ardından hiç mi bir aynaya bakmadın?

Birinin kafasının arkası dümdüz, berikin saçları o kadar sık ki fili fili bile yapamıyor. Kalıp gibi duruyor. Biri kestirmiş, yetmemiş almış 2 litrelik hobi jöle kutusunu kafasına sürüp saçı yana yapıştırmış. Biri tik edinmiş saçın fili fili kısmına sürekli üfleyerek orayı yukarı doğru uçuruyor. Yahu bir abdest süresi kadar durup bu gruba baktım. Yazıklar olsun diye geçirdim içimden. Ülke, coğrafya gerçeklerine bu kadar yabancılaşma içinde olmayın der gibi ellerimi sıvı sabunla yıkadım. Elime “dezenfektan sıvı” yazan kutu içinden, içi boş olduğu için, sadece hava sıkıp hayatıma devam ettim. Aklımda dolaşan brokoliler ve İskandinav mitolojisinden karelerle kafam oldukça karışmıştı.