Kim bilir kaç bina var bu gençliğini
geride bırakmış şehirde. Kaç binada kim bilir kaç aile hayatlarına devam
etmeye ya da son vermeye çalışıyor. Kaç insan geceleri evlerine mutlu
yada mutsuz, heyecanlı yada bunalmış, monoton hayatlarından bıkmış ya da
yeni bir umutla dönüyor. Kim bilir kaç insan sevdiğinin onu bekleyen
sıcak kollarına, kimbilir kaçı gitmiş bir sevdiceğin dönmüş olduğu
hayaliyle çeviriyor anahtarı aylardır sadece kendi anahtarının açtığı
kapının anahtar deliğinde. Umutsuzluğun hüzünle yoldaş olduğu sokaklar
kaç aşığın zevk haykırışlarıyla yankılanıyor kim bilir? Kaç kayıp,
şaşırmış ürkmüş beden kendine benzer titrek bir ruha açıyor kapılarını
başına buyruk zihinler birbirlerine kapılarını kapatırken.
Yıllardır
yaşadığım şehrin büyüklüğü ilk defa birkaç gece önce geceyi izlerken
şaşırttı beni. Ruhumun bi anda bedeninden çekilip camdan dışarı aktığını
hissettim, şehri izlemek için benden, penceremden, evimden, mahallemdem
uzaklaşmasını izledim. Sabaha karşı tekrar bedenimle buluştuğumda uçsuz
bucaksız bir duygu seli kaplamıştı yanımı, uyuşmuş ayaklarım ağır
bedenimi taşımaktan çok uzaktı, oturmaya devam ettim. Düşünmeye, hayal
kurmaya devam ettim.
Bu
sefer şehrin değil ama bu şehirden daha kalabalık, daha karmaşık ve
daha düzensiz kalbimin içindeydim. Bazı binalar yıkılmış ama içlerinde
yaşayan bir sürü zavallı duygunun yanından geçerken kalbimin
gecekondularına kızgınlıkla karışık bir hayretle bakarak geçtim, bir
farkı vardı. Bunlar gece kondu değil, bir zamanlar son derece güzel ve
özenle işlenmiş bakımsız evlerdi. Bir zamanlar içlerinden sımsıcacık
ışıkların sızdığı tül perdeli pencerelerden şimdi kurtların yuvası olmuş
kalaslarla kapatılmış aralarındaki boşluktan dışarı ürkek bakışlar
atılıyordu. Rüzgar hiç dinmeden uğulduyordu o tozların bile boş
bıraktığı sokaklarda. Sokak tabelası çok öncelerde yere düşmüş üstü
paslanmış yazısı okunamaz hale gelmişti. Kimbilir kimlerin kalbimde
yeşerttiği duyguların kalıntılarıydı. Titreyek yoluma devam ettim, ağır
aksak yürüyebiliyordum, bedensel rahatsızlıklarım iyice etkiliyordu
sanki bu sokakta yürürken beni. Dizim bedenimi taşıyamayacakmış gibi
sesler çıkartırken kaçkere kırıldığını unuttuğum bileklerim kaçar kez
kırıldıklarını, incindiklerini, burkulduklarını hatırlatan eski dostlar
haline gelmişlerdi. Yürümeye devam ettim.
Ben
şehrin derinliklerine yürümeye devam ettikçe önce rüzgar kesildi,
ayakta durmak daha kolaylaşmıştı. Bir sokağın başında durdum. Yıllarca
kimse uğramamış gibiydi, yerde kalın bir toz tabakası vardı. Hava ılıktı
ama serin bir esinti ensemde oynaşıyor tüylerimi diken diken ediyordu.
Evler çok güzel ve çok bakımlıydı. İçeriden dışarıya sönmeye yüz tutmuş
mumların ya da şafağa karşı son demlerini geçiren şömine ateşlerinin
titrek pırıltıları göz kırpıyordu. Pencerelerdeki gölgelerden binaların
içlerinde dolaşan unutulmaya yüz tutmuş duyuglar ve insanların
yaşadığını anlayabiliyordum. Fısıltılar kulaklarımı okşuyordu. Sesler
çok güzel ve tanıdıktı ama acaba nereden? Neresiydi burası? Yoksa az
önceki sokakla aynı akıbeti paylaşacak bir sokak daha mı? Sokaktan aşağı
doğru yürümeye başladım. Ayaklarım yerdeki tozun üzerinde aksak ayak
izlerimi bırakırken çıkardığım ses insanların evlerinin pencerelerine
doluşmasına neden oluyordu. Ne kadar çok tanıdık rahatlatıcı yüz çok
daha fazla kırışıklık ve endeşiyle gülümseyerek bana bakıyor, el
sallıyordu. "Bizi unutmadı, geleceğini biliyordum size söylemiştim."
Zoraki bir gülümseme dudaklarımda oluştu, kurumuş gergin dudaklarım
kanarken sağ elimin parmak uçlarına camdakilere göndermek için
kondurduğum minicik bir öpücükle dudaklarımın kanlı izi elime
bulaşmıştı. İçeride yeni mumlar yanmış, konuşmalar fısıltıyla değil daha
yüksek sesle yapılır olmuştu. Sokağın sonuna geldiğimde ılık bir rüzgar
yerdeki tozu, aksak başlayıp düzenli giden ayak izlerimi de beraberinde
uçurup sokağı temizledi. Sağımda sokağın tabelası pırıl pırıl
parlıyordu. "Dostlar Sokağı".
Dostlar
sokağından ileri aşağı doğru daha hızlı ve daha mutlu bi şekilde
ilerlemeye devam ettim. Şehrin merkezine yaklaştığımı biliyordum. Çok
uzun zamandır bu şehre uğramamıştım, ne kadar büyüdüğü beni şaşırtmıştı,
ama yine de hayal meyal nereye gittiğimi tahmin edebilecek kadar
hatırlıyordum. Çok güzel ışıklandırılmış, çok güzel süslenmiş,
yeşillendirilmiş bir park karşıladı beni, bu parkı en son bıraktığımda
heryer diken çalı çırpı, bakımsız, itin kopuğun doldurduğu, karanlık bir
parktı. Birisi buraya çok iyi bakmıştı, birisi burayı tekrar
yaratmıştı! Meraklanarak hızlandım. Etrafımdaki güzellikleri izlemeye o
kadar dalmışımki suratımın ortasında buz gibi bir acıyla yere düştüm.
Gözlerimi tekrar açabildiğimde parkın girişindeki tabelaya toslamış
olduğumu farkettim. Kahkahalar atarak gülmeye başladım. Başımı ellerimin
arasına aldım ve baş dönmem rahatladığında tekrar tabelaya baktım. "Aşk
Parkı". Bu ismi bir yerden hatırlıyorum! Buraya en son geldiğimde
terkedilmiş, uğursuz bir parktı. O an emin olmuştum içeride birisi, bir
düşünce, bir his bu parkı yeniden yaratmıştı. Burnumda en sevdiğim
kokular oynaşıyor ayaklarımın altında yeni kesilmiş çimen beni parkın
merkezine doğru taşıyordu. Gözlerimi kapattım, yürümeye devam ettim,
hiçbirşey bana burda zarar veremezdi, emindim bundan, seslerin,
kokuların, gülüşlerin peşinden gözlerim kapalı koşuyordum. Yavaşladım,
yaklaştığımı biliyordum. Küçük bir ev. Bu kocaman parkın farkında
olmaksızın kendi minnacık bahçesi içine kurulmuş tek katlı küçük şirin
bir ev orda duruyordu. Çatısındaki minnacık bacasından güzel kokulu
bembeyaz dumanı tütüyordu. Bahçesinde oraya buraya keyifle koşuşturan
zarif bir siluet gördüm. İŞTE! Buldum seni. Yaklaşmaya başladım.
Ürkütmemek için yavaşça, ses çıkartmadan. Sırtı bana dönüktü sanki o
koskoca parkın içinde olduğundan haberi yokmuş gibi kendi bahçesini
kusursuzlaştırmaya devam ediyordu. Sanki bu kocaman parkı kendisinin
yarattığının farkında değilmiş gibi mutlulukla sadece kendi eviyle
ilgileniyordu. Ağzımı açtım seslenmek için, kim olduğunu görmeliydim.
Kim olduğunu bilmeliydim, yüzünü görmeliydim. Sesini duymalıydım.
Kendimde bulabildiğim bütün cesaretin en ufak parçasını bile toplamaya
çalışarak ağzımı seslenmek açtım...
"-Oğlum ne yapıyorsun bu saate ayakta? Uyuyamıkaldın yoksa pencerenin önünde?
-Umm, içim geçmiş babanne.
-E oğlum hadi kalk yat yatağına saat sabahın 5'i olmuş.
-Uff. Haklısın babanne. Ayaklarım uyuşmuş ya, bi saniye bi kan gitsinde öyle yürüyüm, yoksa düşecem
-İlahi çocuk ne garip işler yapıyorsun sen.
-Hehehe evet.
-Gelirken başucumdaki bardağa da biraz su doldurur musun oğlum?
-Tabii babanne, hadi iyi geceler sana
-İyi uykular"
10 Mayıs 2013 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder