Çok vakit geçmiş. Şöyle bir dönüp baktım hayatımda ilk kez bir nar ağacı gördüğümde bu yaz. Dönüp baktığım şey bir nar ağacı idi aslında, ne kadar anlam yüklenebilirdi ki? Koca bir üç yılıma dönüp baktım ama istemeden o ağaca bakarken. İçimde birşeyler, hala olduğundan emin olmadığım bir şeyler buruldu. Gerçekten çok vakit geçmişti. Lise biteli neredeyse beş buçuk yıl geçmişti. Yirmi üç yıl içinde, ki bunlardan yalnızca 13-14 yılı az çok hatırlayabildiğim düşünülürse, beş buçuk yıl gerçekten epey uzun bir süre. Aslında çoğu kez anlatmadan geçtiğim, anlatılmadıkça da gittikçe unutulan bu hikaye başlayalı sekiz buçuk yıla yakın zaman olmuş. Bu da hatırladığım yaşamımın yarısından uzun bir süre. Aslında hissedilen şeylere yeni yeni isimlerin konulmaya başlandığı yaşların başındaydım sanırım. İnsanlar bu dönemi ergenlik olarak kötüleyici, belki de küçümseyici bir tavırla tanımlıyorlar. Ben öyle olduğunu çok düşünmüyorum. Hayatımızda yaşanan her değişikliğe ayak uydurma aşamasında bocaladığımız gibi o dönemde de bir sürü yeni duygu, his ve istek yüzünden bocaladığımız, aklımızın karıştığı bir dönem olarak düşünüyorum. Ki benzer değişimler, sanırım her yaşta benzer bir çalkalanmaya neden oluyor hayatımda. Tecrübe edilmiş olanlar sayesinde, tecrübe edilmeye devam edilenler karşısında daha dengeli kalabiliyorum sadece. Denge derken de, yürürken yaşadığım denge problemleri bazen ruhumda da yankı bulabiliyor.
Dengesiz bir insanım ben diyebilecek kadar dengesiz bir insan değilim sanırım. Sadece bazen olaylara verdiğim tepkiler beni bile şaşırtabiliyor. Neyse ki bu şaşkınlaklar çok sık yaşanmıyor. Bu nedenledir belki de ergenlik dönemimde çok bir baş kaldırı ya da isyan içinde olmadım. Zaten hayatımda isyan edilebilecek kendi elimde olmayan çok az şey oldu. Onlara da can sıkmadan, sinir bozmadan, hatta sanırım yine can yakmadan isyan ettim. Ediyorum da. Elimde olan şeylere ise isyan etmeye yüzüm yok açıkcası. Demek ki isyan ergenliğe özgü bir hareket değilmiş, ergenlikte öğrenilen bir hareketmiş sadece.
Okuduğum lise dışardan bakıldığında çok özellikli ve şık duran bir lise iken, aslında işin içinde bulunduğunuzda o kadar da özellikli ve şık olmayan bir lise idi. İçinde yaşananlar ve yaşayanlar lisenin ismi kadar şaaşalı olsaydı eğer, hikayelerim belki de çok daha farklı olabilirdi. Malesef durum böyle değildi. Küçük bir lisede okudum. Üç yaşında o liseye başladım. Hayır hayır süper zeka falan değilim, anaokulunda başladım o okula. Ardından sırasıyla ilk ve ortaokulu tamamladım. 15 yaş sonu 16 yaş başında ise liseye geçtim. Ve o okuldan ve o çevreden 18 yaşında mezun oldum. Bir insan bir çevreden nasıl mezun olur? Bazı sınavlardan geçerek ister istemez. Her neyse, dediğim gibi lisemiz küçük bir liseydi. İki tip öğrenci vardı. Bir kemik kadro, bir de gidip gelenler. Yabancı eğitim veren bir lise olduğu için muhtemelen, ailesi büyükelçi yada diplomat olan bir çok arkadaşımız vardı. Bunlar gidip gelen, bir devinim içinde olan kısımdı. Kemik kadro ise benim gibi üç yaşında okula başlayıp 18 yaşında mezun olanlardan oluşuyordu. Bu kemik kadroyu ise okul içinde hemen herkes tanıyordu. Şöyle ki ben, benden 6 üst dönemden 6 alt döneme kadar okulda okumuş olan herkesi tanıyabiliyorum. Bu çok büyütülecek bir şey değil. Toplasan 90-100 insan ediyor.
Böyle bir düzende üniversiteye kadar olan eğitimimi geride bırakmış olmanın hayatıma getirdikleri yanında hayatımdan götürdükleri de oldu. Getirdikleri tahmin edilebileceği üzere çok uzun soluklu, asla unutulmayacak ve yalnızlıktan her çıldıracak gibi olunduğumda beni rahatlatan asla yalnız olmadığımı hatırlatan dostluklarım. Götürdükleri ise... Götürdükleri ise, ben o nar ağacını gördüğümde içimde hala kaldığına şaşırdığım ve sızlayan birşeyler. Tam olarak ne olduunu bilmiyorum. Ankara'nın genelinden oldukça izole bir çevrede, büyük bir aile gibi yaşıyorduk sanki. Ve aile içinde yaşanan kavgalar gibi, kapıyı vurup çıkmak istediğimde, ertesi gün o kapının eşiğinde suratsızca, yine ve hep olacağımı bildiğim için asla o kapıdan çıkmaya meyledememiyordum. Bunu bir çok kez yaşadım, bir çok şey içime atıldı gerek elimde olarak gerek elimde olmadan. Ve bir alkoliğin alkolden bizlerin etkilendiği gibi etkilenmediği gibi, sanki içimde bazı şeyler gittikçe hissizleşti yıllar geçip, içime attığım sıkıntılar çöplüğü kabardıkça. Burun nasıl alışıyorsa atmosfere hakim olabilecek kötü bir kokuya, sanki ruhumda öyle alışmıştı zamanla içinden çıkılamayacak bir çok anlamsız üzüntüye. Üzülmüş olduğum şeylerin anlamsız olduğunu düşünmüyorum. Onlara üzüldüğüm için memnunum kendimden. Üzüntü, hayatımda, mutluluk kadar mutluluk verici bir duygu oldu hep benim için. Biraz anlamsız gelebilir, aslında söylediğim, yaptığım ya da yazdığım şeyler içinde birçok insana anlamsız gelen bir çok söz, hareket ve cümle bulunuyor. Herşey son derece anlamlı olsaydı sizce de gerçekten çok sıkıcı olmazmıydım?
Narın bir kış meyvesi olduğunu gözlemlerim sonucunda anlayabilmiş bir insanım. Yazın sonlarına yaklaştığımda, güzel bir tatil beldesinde üstünde kocaman, ama henüz yeşil narları görmek şaşırtmıştı beni. Ne bileyim sonbaharda meyve vermeye verecekmiş gibi düşünmüşüm hep o ağacı demekki. Aslında bu düşünce bile botanik hakkında ne kadar bilgisiz olduğumu gösteriyor sanırım. Sonuçta ağaçlar baharda çiçek açıyor. Meyveler ise bu çiçeklerin hemen ardından peydah oluyor değil mi? O zaman yazın sonunda yumruk büyüklüğünde narları ağaçların dallarında görmek bu kadar şaşırtmamalıydı beni. Bu şaşkınlığımı üzerimden atarken bir başka şaşkınlık tufanı içinde kaldım. Bu seferki pek botanikle alakalı değildi.
Lisenin birinci sınıfına yeni geçtiğim aylarda hayatıma bir ufaklık dahil oldu. Pek çok konuşacak konumuz, pek çok derteleşecek vaktimiz olmuştu, kısacık bir süre içinde. Sevgi yoktan var edilmiş, mutlu bir arkadaşlık dostluğa yelken açmıştı. Çağımızın gereği hepimiz mutsuzduk. Mutsuz olunca konuşulacak konu çok rahat bulunuyor. Aslında, insan aynı konu hakkında konuşmaktan hiç bıkmıyor. Belli başlı şarkılar herkesçe dinleniyor, dinlendikçe o şarkılara aslında hiç taşımadığı anlamlar yükleniyor, yüklenen anlamlarla zengileşen şarkı ise mutsuzluklara mutsuzluk katıyordu. Bu sayede hiç bitmeyen dertleşme seansları o ufaklıkla beni birbirimize iyice bağlıyordu. Hayatımda bu kadar iyi anlaşabileceğim biri olduğunu hiç düşünmüyordum. Aynı hayatı kısacık bir yankıyla yaşıyorduk sanki. Keyfimize denecek yoktu.
"Sen benim nar ağacımsın" demişti ufaklık bana. Onca duygusal yoğunluk ve birşeylere bir anlam yükleme çabasında olduğum bir dönemde olmama rağmen. "Nar ağacı" olmak nasıl bir şey bir türlü çözememiştim, ve bir anlam yükleyememiştim. Kendimle bu konuyla ilgili bazı konuşmalar yaptığımı hatırlıyorum.
"- Ben bir nar ağacıyım.
- Eee?
- Eeesi öyle işte. Ufaklığım benim onun nar ağacı olduğumu düşünüyor
- Ufaklığın ne kullanıyorsa sende ona başla o zaman. Kafası epey iyiymiş annaşılan.
- Dalga geçme. Kesin bir anlamı ve nedeni vardır.
- Ulan nar sevmiyorsun bile. Nar ağacı olmak sana ne katacak?
- Birşey katması mı lazım?
- Bilemiyorum artık.
- İyi sus o zaman, ben mutluyum böyle"
Gerçekten anlamsızca mutluydum ufaklığımın nar ağacı olmaktan. Asla bitmeyecek gibi gelen mutluluklar vardır ya. İşte dostluğumuz öyle bir mutluluktu. Benim için öyleydi. Muhtemelen ufaklığım için de öyleydi. Ama hiç bitmeyecekmiş gibi gelen mutluluklar da bitiyor işte. Bitiyormuş yani. İlk kez başıma geldiği için en etkileyen sanırım bu olmuştu beni. Şimdi farklı şehirlerdeyiz, sanırım. Ondan bile emin değilim. Ama farklı hayatları yaşadığımıza eminim. Umarım mutludur. Artık bir ufaklık olduğunu da sanmıyorum. Kocaman kız olmuş olması lazım.
O nar ağacına bakarken, içimde burulan şey, aslında dediğim gibi olup olmadığını bile hatırlamadığım bir şey. Ufaklığıma karşı içimde kalmış olduğuna şaşırdığım sevgimdi. Sevgim zamanla şekil değiştirmemişti zaten, sadece ufaklığın kendisi gibi yok olmuştu. Biraz nemlenen gözlerim, "mutsuz" lise hayatımın mutlu dostluğunu hatırlattı bana. Uzun uzun düşündüm. Alkolün aksattığı adımlarım gibi düşüncelerimi de aksattı gece ilerleyip, birçok tanesi bittikten sonra yerine hemen yenisi konan biralarım. Ve sonra, son kez bir bakış attım nar ağaçlarına.
"- Gerçekten güzellermiş, bir anlamı olmasına ihtiyaçları yokmuş. Sadece çok güzel ağaçlarmış.
- ...
- Söyleyecek birşey bulamadın değil mi?
- Ben çoktan unutmuştum bunu tartıştığımızı bile.
- Evet. Ben de.
- Haklısın gerçekten güzellermiş.
- Uyuyorum artık hadi düşünme.
- Sen de düşünme. İyi geceler.
- İyi geceler."
Kendimle iyi anlaştığım zamanlar gerçekten çok iyi biri olduğumu düşünüyorum. Tatlı falan böyle. Yanakları sıkılası. Ki yanaklarım hakketen sıkılasıdır.
O zamanlar pek çok dinlediğimiz, pek çok anlam yüklediğimiz, pek çok sevdiğimiz bir şarkı idi bu:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder