I
Yemyeşil çimler üzerinde koşarken
düz sarı kumral saçları her adımında zıplıyordu. Onun kıkırtısı kendi sesimden çok daha hayat
dolu, saf bir eğlence içeriyordu. “Baba hadi yakala beni! Çok yavaşsın”. Ben
şakadan onu kovalarken olanca gücüyle benden kaçıyordu. Kahkahalar atarak
minicik bacaklarını olabildiğince hızlı kıpırdatarak kendini benden uzağa
atmaya çalışıyordu. Belki daha koşmaya yeni başlamış yaşlarda olduğundan belki
izlediği çizgi filmlerde gördüğü karakterlerden etkilendiği için istemli ya da farkında
olmadan zikzaklar çizerek kaçıyordu. Aslında biraz dengesiz bir görüntü ama
yumuşak çimler üzerindeyiz ne olabilir ki? En kötü düşüp biraz ağlar. Belki
ağlamaz bile. Konuşmayı sökmeye başladığından beri sadece çığlık atıyor zaten.
Mutluyken, mutsuzken, sinirliyken, eğlenirken, heyecanlandığında ya da hayal
kırıklığına uğradığında ne olursa olsun birincil iletişim dürtüsü çığlık atmak.
Şu anda da olduğu gibi sadece çığlık atıyor koşarken de. Kahkahayla karışık
olduğu için eğlendiğini anlayabiliyorum tabii ki. “Ben yavaş değilim sen çok
hızlısın! Yoksa bugün bütün yemeklerini bitirdiğin için mi bu kadar güçlendin
ve benden çok daha hızlı koşabiliyorsun?” yapmacık ama bir o kadar da eğitici
cümlelerimle onu daha da eğlendiriyorum.
Oğlumun sırtı bana dönük ileri
doğru benden kaçarken sık sık dönüp bana bakıyordu. Bir an sonra kendi
ayaklarına takılmış düşüyordu. Oraya neden ve nasıl geldiğini anlamadığım
yemyeşil çimlerin ortasında büyük çıkıntılı bir kayaya doğru bütün hızıyla
düşmeye başladı ve minicik bedeni kayayla adeta bir bütün oldu. Kayanın sivri
ve en büyük çıkıntısı tam oğlumun incecik boynuna gelmişti. Ortalık kızıl bir
kıyamet yerine dönmüştü. Bu kadar kan nasıl bir anda bu minicik bedenden
çıkabilir? O küçücük kalbinin her çarpışında havaya adeta fışkıran kandan
kayganlaşan çimin üzerinde kayarak oğlumun üstünde yattığı kayaya çarptım. Bu
darbeyle bir hentbol topundan biraz büyük bir nesne üstünde durduğu kayadan
kırmızı çimlere doğru yuvarlandı. Bu görüntü karşısında bayılacak gibi oldum.
Kanın bir petrol kuyusu gibi fışkırmasının nedeni artık oğlumun bedeninin
kafasını taşımamasıydı. Havadaki ölüm sessizliğini yırtıp paramparça eden
haykırışımdan önce duyduğum son şey ayaklarımın dibinden gelen yumuşacık saf ve
şefkat dolu bir sesti: “Senin suçun değil baba”. Yemyeşil gözleri acıma ve
şefkat dolu bir kederle gözlerime dikilmişti.
Nefes nefese ve buz gibi geceye
uyandım. Kan ter içindeydim. Üstüme giydiğim t-shirt’ü sıyırmış atmış yatakta
doğrulmuş ağzım sonuna kadar açıktı. Kalbim sanki göğsümü yırtıp dışarı çıkmak
istiyormuş gibi çarpıyor nefes alış verişimi bile etkiliyordu. Bu ne sapkın bir
kabustu böyle?! El yordamıyla komodinin üstünde duran okuma lambasını yaktım.
Nabzım, tansiyonum, nefes alış verişim biraz daha düzene girmişti. Başucumdaki
çalar saate baktım saat sabaha karşı 4’ü biraz geçiyordu. Üstümdeki kalın
yorganı kenara itip kendimi yataktan aşağı attım. Elimi yüzümü yıkamak
istiyordum. Daha uyanıp işe gitmek için 2 saatten fazla vaktim var. Nefret
ediyorum gece uykumun bölünmesinden. Çocukluğumdan beri uykuya dalmakta çok
zorlandım. Hele son üç yıldır uykuya dalmak gittikçe katlanılmaz bir hal aldı.
Banyonun ışığını yaktım hala az
önce gördüklerim yüzünden mi yoksa havanın çılgıncasına soğuk olmasından mı
ürperiyordum bilmiyorum. Aynada kendime baktım zamanla matlaşmış yeşil gözlerim
kan çanağı gibi çökük göz yuvalarımdan bana geri baktı. Sakallarım iyice uzamış
ve yer yer beyazlamaya başlamıştı. Geride bıraktığım yıllarda onlarca kilo
vermiştim. İlk başlarda sağlıklı gibi gözükse de şimdi gittikçe AIDS’li biri
gibi gözükmeye başlamıştım. Soluk yüzümü özensizce budanmış yabani çalılara
benzeyen karman çorman düz saçlarım tamamlıyordu. Alnım geriye doğru her geçen
gün açılıyordu ve şakaklarımdaki beyazlar gittikçe enseme doğru ilerlemeye
başlamıştı. Musluktan akan buz gibi suyu avucumda toplayıp yüzüme vurdum.
Gözlerimi açıp aynaya baktığımda bir an kalbim atmayı kesti ve tekrardan bütün
vücuduma bir ürperti yayıldı. Bir anlık, sadece bir kalp atışı kadar kısa bir
süre, ki bu da az önce kalbimin şok içinde es geçtiği atıştı, o soluk kan
çanağı gözler yerine az önce rüyamda gördüğüm gözler bana bakıyor sandım.
İrkilip kendime gelmek için gözlerimi kırpıştırdım ve sadece kendi dalgın
gözlerimin biraz korku ve şok ifadesiyle bana baktığını gördüm.
Çok uykum vardı ve az önceki
kabusun görüntüleri henüz belleğimde çok canlıydı. O yüzden böyle bir yanılsama
çok olası geldi bana. Zaten gençliğimde izlediğim garip korku filmleri yüzünden
aynalardan hep çekinen biri oldum. O yüzden evdeki tek ayna şu an karşımda
bunları düşünürken baktığım banyo aynası. Ona da zaten bu gibi olası gerilim
anlarından ölesiye korktuğum için sadece tıraş olurken uzun uzun bakıyorum onun
dışında hep kaçamak bakışlar atıyorum. Bu küçük gereksiz panik anının ardından
tekrar sürüne sürüne bir zamanlar sevdiğim kadınla paylaştığım, onunla beğenip
bir aşk mabedi olarak aldığımız tabuttan farksız gereksiz büyük yatağa yattım.
Gözlerim camın dışındaki ağacın dallarının tavanda oluşturduğu dans eden
gölgelere dikilmiş uykunun geri gelmesini bekledim. Tabii ki gelmedi.
Sabah dün gece yüzünden uykusuz,
bu nedenle de son derece huysuz kalktım yataktan ve başucumdaki paketten bir
sigara alıp keyifsizce yaktım. Mutfakta elime ne geldiyse yedim. Yemekten sonra
bir tane daha yaktım. Onu da söndürdükten sonra üstüme giysi yığınının en
üstünde ne varsa onu giydim, paltomu ve sırt çantamı alıp para kazanıp hayatta
kalmak için mecbur olduğum işe doğru yürümeye başladım. O beni terk edip
gittiğinden beri bir sürü para biriktirmiştim. Ama gerek doktorum gerekse tek
arkadaşım diyebileceğim kocası araba almamamın hem benim hem çevremdekilerin
sağlığı için daha iyi olacağını düşünüyorlardı. Geride bıraktığımız yıllarda
birkaç beceriksiz intihar girişimim olmuştu. Bunların sonucunda ölmek şöyle
dursun bayılamamıştım bile. Sonuç olarak sadece rezil olmuştum ama bu
girişimlerim beni daha ciddi şekilde kontrol altında tutmalarına yetmişti.
Bu teşebbüsler arasında beni en
çok utandıran 2 ay önceki son denememdi. Belki de en yakın o olduğu için onu daha
sık hatırlayıp daha sık utanıyorum kendi kendime. Çocukluğumda hayran olduğum
sanatçılar gibi bir ölüm istediğim için doktorumun bana verdiği uyku ilaçlarını
evimde hiç eksik olmayan bol miktarda alkolle beraber içip ölümü beklemeye
başlamıştım. Ki ölüm gelmedikçe ben daha çok içki içtim. Daha çok içki içtikçe
ölüm yerine sarhoşluk geldi. Sonunda doktorumun verdiği bir kutu bonbonu 2
şişeye yakın viskiyle içip körkütük sarhoş olmuştum. Sonuç olarak da ölemeyince
gecenin bir yarısı telefona sarılıp doktoruma verdiği ilaçlar konusunda uzun
uzun şikayetlerde bulunmuşum –bu kısmını pek hatırlamıyorum-. Ondan sonrası
biraz daha sancılı tabii ki, bir süre içki yasağının ve güvendiğim uyku
ilaçlarının aslında plasebo olduğunu öğrenmenin verdiği öfkeyle yaptığım bazı
hareketler üzerine 1 buçuk ay sıkı gözetim altında tutuldum. Zararsız ve
kendimi öldüremeyecek kadar korkak olduğumu düşündükleri için muhtemelen geri
eve yolladılar. Ama o günden beri doktorumla daha sık görüşüyoruz ve kocası da
her sabah beni telefonla aynı saatte arıyor. Bugün de zaten işten erken çıkıp
kontrole gideceğim. Baktım kendimi ani bir şekilde öldüremiyorum, yıllar önce
bırakmış olduğum sigaraya tekrar başladım. Hayat dedikleri çile biraz daha
erken biter umuduyla.
II
Gözlerimi açtım. Az önce gelen
tangırtıyı rüyamda mı gördüm yoksa evden mi geldi emin değilim. Yine kalbim
ağzımdan çıkacak gibi, nefes nefese ve korkmuş bir tedirginlikle yatağımda
doğruldum. Bu sefer üstümü başımı çıkartıp sağa sola fırlatmamıştım. Ve kan ter
içinde de değildim. Muhtemelen kabus görmemiştim ve evden bir tangırtı
gelmişti. El yordamıyla okuma lambasını yaktım ve saate baktım. Saat yine 4ü
biraz geçiyordu. İki gün üstü üste uykusuz kalacağımın farkına vardığım için
sinirle ama biraz da çekinerek ayakucumdaki dolaptan elime alacak sert bir şey
aradım. Bulabildiğim tek şey ara sıra kullandığım bir çekiçti. Çekicin sapını
sıkıca kavradım ve dikkatli bir şekilde koridordan sesin gelmesi olası salona
doğru sessizce yürümeye başladım. Daha ikinci adımımı atmak üzereydim ki
çekicin başı normalde sıkı bir şekilde oturmuş olması gereken saptan kurtulup
olağanüstü bir tangırtıyla seramik zemine düştü ve sonsuzluk gibi gelen bir
süre kadar sekip sağa sola çarptı. Çekicin başı sanki özellikle yapar gibi hala
ses çıkartmaya devam ederken çılgıncasına atmaya başlayan kalbim vücudumdaki
tüm kanı yüzüme yolladı ve kulaklarım zonklamaya başladı. Bu curcuna arasında
çok hafif hızlı hızlı ayak sesleri duyduğuma yemin edebilirim. Tekrar sağlıklı
düşünebilecek kadar karanlık ve sessizlik içinde bekledikten sonra usulca
eğilip çekicin başını aldım ve bir elimde çekicin başı diğerinde sapıyla
karanlıkta ilerlemeye devam ettim. Koridorun evin antresine açılan kapısını
usulca açtım antreye attığım ilk adımda ayağımın altına biçimsizce gelen sert
bir köşe yüzünden uluyarak küfretmeye başladım. Canım çok yanmıştı.
Zaten artık bir seri katil ya da hırsız ya da
hortlak ne olursa olsun evdeyse benim uyanmış ve onun peşinde olduğuma dair ona
verebileceğim bütün uyarıyı vermiştim. O yüzden antrenin ışığını yaktım ve
yerde beni sakatlayan şeyin ne olduğuna baktım. Sevgilimle yıllar önce çok
beğenerek aldığımız ve antrenin duvarına üstü üste astığımız 4 duvar süsünden
en alttaki yapışmış olduğu yerden ayrılıp yere düşmüştü. Bütün bu tantananın sebebi
buydu. Eğilip aldım, elimle yapışkan yerini kontrol ettim. İlk gün olduğu kadar
yapışkan değildi gerçekten. Ben sevgilime bunları yapıştırmak yerine duvara
çivi çakıp öyle asalım demiştim. Sonuç olarak tabii ki beni ikna edip süsleri
bu garip şeyle duvara yapıştırmıştık. Ben de şimdi gecenin bir yarısı yine
uykumun bölünmüş olmasının ve çekicin birbirinden ayrılabilecek iki parçasının
birbirinden ayrılmış olmasının verdiği sinirle duvar süsünü hınçla duvara
bastırıp tekrar yapışmasını sağladım. Sonra yine de emin olmak için evin içini
dolaştım ve tekrar sürüne sürüne yatağa girdim. Gözlerim tavana dikilmiş uykuyu
beklerken aklıma bir anda duyduğum hızlı ve hafif ayak sesleri geldi. Bunun
üzerine panikle yataktan doğruldum. Bu sesleri o anda hayal mi etmiştim
uykusuzluk ve heyecanın karışımından dolayı? Emin olamıyordum. Ama evin her
yerine bakmıştım. Tekrar başımı yastıklara bıraktım ve huzursuz bir şekilde
uykuyu bekledim. Tabii ki gelmedi. Uzandım bir sigara yaktım ve küllüğü
kucağıma bıraktım. Nasıl olsa uyuyamayacaktım.
Sabah yine perişan şekilde
doğrulup giyinip kendimi dairemden dışarı attım. Tam o sırada üst komşum küçük
3-4 yaşlarındaki oğluyla birlikte merdivenden iniyordu. Bana hızlı ve biraz da
kızgın bir selam verdikten sonra esneyip gözünü ovuşturan oğluyla merdivenden
inmeye devam etti. O andan kendimi biraz utanmış hissettim. Sanırım geçen
kopardığım yaygara bu ufaklığı uyandırmış ve korkutmuştu. Duyduğumdan emin olup
olmadığım ayak sesleri ise bu ürkmüş ufaklığın anne babasının yanına koşarken
çıkarttığı sesler olmalıydı. İçimdeki suçluluk duygusu yerini belli belirsiz
bir rahatlamaya bırakmıştı. Çünkü gece sabaha kadar aklımda anlamsız bir
şekilde o gece duyduğum ayak sesleri ve bir önceki gece gördüğüm hastalıklı
kabusun görüntüleri oynaşıp durmuştu. Bana bu kadar benzeyen bir çocuk, benim
çocuğum olmalıydı, ama benim hiç çocuğum olmamıştı ki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder