29 Temmuz 2013 Pazartesi

The Final Cut



O'nun kim olduğunu şehirde pek bilen yoktu. Çok az insan O'nu hep oturduğu masanın dışında bir yerde görmüştü. Görenler ise gördükleri yere tekrar baktıklarında O'nu orada tekrar görememişlerdi hiç. İsimler takılmış ama zamanla unutulmuştu. Kaç yaşında olduğunu bilen yoktu ancak tahminler bir insan ömrü uzunluğundaydı. Oturduğu masa dört kişilik, koyu yeşil tahta bir masaydı. Altında sadece iki çelik bacağı olan sıradan bir bar masası. Masanın sadece bir sandalyesi vardı ve o tek sandalye her zaman doluydu. O otururdu. Bacak bacak üstüne atıp, yırtık paçalı siyah pantolonu ve loş bar ışığı yüzünden sanki kalın tek bir bacağı varmış gibi görünmesine neden olan bir şekilde genelde sabit bir noktaya bakardı. Barın kapısından giren herkesin gözlerinin içine bir kez bakar, ardından aynı noktaya bakmaya devam ederdi. Barın sınırlarını belirleyen pürüzlü pis duvarda bir zamanlar asılı duran bir posterin takılı olduğu paslı çivinin izi.
Bara yeni giren insanlar sadece yer var mı yok mu anlayabilmek için barın içini süzerken bakarlardı ona. Bu genellikle göz göze gelebildikleri tek an olurdu bu. İnsanlara hayal kırıklığından başka bir şey hissettirmemişti yıllardır. Hayal kırıklığının nedeni ise sadece ilk görüşte masanın boş olduğu düşüncesinin O'nun görülmesiyle yitmesiydi. Barda konuşulan herşeyi dinler gibi gözükürdü ama ara sıra yapılan kutlamalar, tezahüratlar asla onu yerinden sıçratmazdı. Barda çalışanlar önündeki birası bittikçe yerine yenisini koyarlar, asla bir şey sormazlardı. Sanki barda bulunan çirkin, ancak hediye geldiği için atılamayan bir süs eşyası gibi. Sadece yeni gelenler için ilgi çeken ardından gözün alışmasıyla geri kalan dekorun içinde kaybolan bir süs eşyası gibi. Nadiren oturduğu koltuk boşalır, ağır ve aksak adımlarla, ayağını ve paçaları yırtık siyah pantolonun paçalarını yere sürüyerek erkekler tuvaletine giderdi. Bu hareketi onun gerçekten yaşayan bir insan olup olmadığına dair şüpheleri giderirdi.
Kimse nerede yaşadığını, sesinin tonunu, gözlerinin rengini yada sadece aklından geçenleri bilmezdi. Nadiren cebinden bir kağıt çıkartır ve onu garsona gösterirdi. Garson başını sallar, bara koşar ve CD çalarda çalan ne olursa olsun onu çıkartıp başka bir CD takardı. İnsanlar o kağıtta ne yazdığını çok merak eder ve garsona sık sık orada ne yazdığını sorarlardı. Garsonun cevabı artık bu cevabı vere vere ezberlenmiş bir replikti "çok güzel bir yazıyla yazılmış 'müziğimi çalabilir misin lütfen?' sözcükleri var. Ancak epey eski bir kağıt gibi duruyor. Sanki o yazı yıllar önce yazılmış gibi solmuş, kağıt o siyah hırkanın iç cebinde sanki yıllarca kararmış gibi duruyor". Bu tarif herkesi memnun ederdi.
Nadiren bazı insanlar karşısına geçip onunla konuşmak isterdi. Bir sandalye çekip izlediği çivi deliği ile O'nun gözleri arasında girip asla duymadığı, duyduysa bile tepki vermediği sorular sorar, hakaretler savurur yada dalga geçerlerdi. Gözlerini hiç kıpırdatmazdı. Sadece, paketinde az sigara kaldığı zaman sigaraları paketin ağzı kapalı kısmından ağzı açık kısmına yuvarlayacak bir hareket yapmak için gözlerini çivi deliğinden ayırırdı. Bir de bara giren her bir insana teker teker bakmak için. Sanki onlara attığı bir saniyelik bakışla onları tanıyabiliyormuş, onları sevebiliyormuş yada onlardan nefret edebiliyormuş gibi bir hisse kapılırdı, O, başka insanların gözlerine bakarken O'nu izleyen bir insan. Nadiren göz kırpardı, ama gözleri sanki ebedi bir nemle ıslanmış gibi parlaktı. Parlaklığı yüzünden göz rengi görünmez, görünse bile hatırlanmazdı. Uzun saçları keçe keçe olmuş ama sağlıksız gözükmezdi. Uzun dalgalı kumral saçları sırtının ortalarına kadar uzanıyordu. Sanki ömrü boyunca O'na sarılabilecek tek şeyin kendileri olduğunun farkındaymışcasına bütün sırtına asla vazgeçilemeyen bir sevgili gibi yayılmış duruyorlardı. Uzun sakalı rengarenk, göğüs kafesi hizasına, bakımsız, büyüyebilmek için budanmayı bekleyen, ancak terkedilmişlikleri yüzünden budanamamış, çarpık dallı ölüme yakın ağaçlar gibi uzanıyordu.
Sadece birayla nemlenen dudakları çatlak çatlak olmuş, sadece bir yudum daha bira içmek için yada sigarasından bir nefes daha alabilmek için birbirlerinden ayrılıyordu. Ne bir söz, bir nefes, bir esneme yada öksürük. Bunlar sanki yıllardır kavuşamamış iki deli aşık gibi birbirlerine kenetlenmiş dudaklarını aralamıyordu. Elleri nemli gözleriyle tezat oluşturmak için uğraşırcasına kuru, saçındaki ve sakalındaki gümüş telleri yok sayarcasına gençti. Sağ işaret parmağını ucu yıllardır elinden bırakmadığı sigarası yüzünden sararmıştı. Tırnaklarına zaten kimse dikkat etmezdi. Bu yüzden kendiside hiç dikkat etmedi. Bedeni sağlıksız görünmeyecek kadar kalındı ancak bir çok normal insandan çok daha inceydi.
Günleri böyle geldi, ve böyle geçti. Bara giren herkesin hikayesini gözlerinin kesiştiği bir saniye içinde öğreniyor, olağan insan hayatlarının sıradan hikayelerinden sıkılmış bir şekilde kendisininde anlam veremediği çivi deliğine bakmaya geri dönüyordu. En azından o barda takılan insanlar arasında yayılan efsanede bunun böyle olabileceği konuşuluyordu. Birası bittiğinde yenisi geliyor. Cebinde her zaman bir sonraki an için fazladan bir sigarası oluyordu. Elindeki çakmağın gazı sanki hiç bitmiyor, saçları ve sakalları artık uzamak istemiyor ve garson sürekli o istediğinde onun müziğini çalmaya devam ediyordu. Bar işini yapmaya, o bara insanlar girip çıkmaya devam ediyordu. Ara sıra bar kapandıktan sonra barın kapısında gecenin sabaha kavuşmaya yakın saatlerinde ne yapacakları konusunda kararsız insanlar gözlerinin kıyısında O'nun onlara doğru baktığını görüyor, ancak başlarını o tarafa çevirdiklerinde O'nu orada göremiyorlardı. Bunu gece boyu süren alkol ziyafetine bağlayıp gülüşmeler eşliğinde gece sabaha kendini teslim etmeden önce zihinlerini bulandırmaya devam edebilecekleri başka bir yere doğru düzensiz adımlar ve akordu bozuk ses tellerinden çıkan uğultuya benzer şarkılarla O'nu unutuyorlardı.
"Yine oturuyorum. Burada. Bir saniye çivi deliği, hemen döneceğim." Sol elini, yırtık paçalı siyah pantolonunun sol cebine atıp paketi cebinde oturmaktan kendini koyvermiş sigarasından bir tane alıp dudaklarının arasına koydu. "canım acıdı. Ara sıra dudaklarımı yalamayı unutmamalıyım artık. " Sağ elini yırtık paçalı siyah pantolonunun sağ cebine attı ve çakmağını çıkartıp sigarasının ucunda tuttu. "Ya bu sefer çakmak yanmazsa?" Baş parmağını çakmak taşından kıvılcım çıkartacak olan silindirik dişliden gazı açacak düğmeye doğru kaydırdı. "Gazın sesi geldi. Gaz var." Çakmağın ucunda maviden turuncuya uzanan ateş seri üretim hattında standartlara uygun sarılmış sigarasının kusursuz ucunu yakarken sanki içine çekeceği tek bir nefes hakkı kalmış ve onu kullanıyormuşcasına nefesini çekti. "Yandı. Bir an yanmayacağını düşündüğümü hatırlıyorum sanırım." Ve ilk nefesin dumanını gözlerini tekrar çivi deliğine çevirirken üfledi. "Geldim delik. Nerede kalmıştık? Ah evet. Bir saniye" Bara iki yakın dost girdi, bir tanesi uzun boylu, kilolu, kısa saçlı neşeli bir adamdı, diğeri biraz daha kısa sarışın mavi gözlü, ilkine oranla daha ciddi bir mizaca sahip bir adamdı. "Sıkıcıymış bunlar, şişko biraz ilginç gibi. Hmm. Evet eğlenceli bir hayatı olacağa benziyor. Sarışında iyi, eğlenceli bir hikayesi var. Evet evet göründüğü kadar ciddi değilmiş. Ben bile yanılabiliyorum bazen. İyi dostlar. Kusura bakma çivi deliği. Neden burada olduğumu konuşuyorduk. Ne o? Konuşmuyormuyduk. Tabiiki sana diyorum. Burada beni duyan kaç çivi deliği olabilir? Bir saniye. Garson biramı getiriyor nihayet. Sigaramın birasız ziyan olacağını düşünmeye başlamıştım. Şarkımızı dinleyelim mi çivi deliği? Ne o? Alındın mı söylediklerimden. Ciddi değildim biliyorsun. Tabiiki sen benim konuşacağım tek çivi deliğisin. Hadi gülümse. İşte böyle. Hmm, şarkımızı dinleyelim o zaman." Garson birayı bırakmak için masaya yakaştığında O, sağ elindeki sigarayı küllüğün yıllar önce kırılmış sigaralığına dayayıp, sağ elini sigara dumanı sinmiş siyah hırkasının sol iç cebine daldırdı. "Nerde bu kağıt? Hah!" Elinde buruşmuş garsonun kendisinden yaşlı olması muhtemel kağıdı masanın üstüne garsonun okuyabileceği şekilde koydu. "Ne yazıyordu bu kağıtta acaba?" Garson kağıdı okuyup hemen koşarak bara doğru yaklaşmaya başladı. "hay aksi, kötü birşeymi yaptım?" Kağıdı sağ elinde buruşturup sigara kokusu sinmiş siyah hırkasının sol iç cebine geri koydu. "Yetişkinler hep gergin oluyor garsonda yeni yetişkin olmuş olmanın gerginliğini atamamış heralde üzerinden, yoksa cebimde dolaştırdığım bir kağıtta kötü birşey yazacağını düşünmüyorum, sen ne dersin çivi deliği? Bencede."
Garson barın arkasındaki cd çalara uzandı ve içideki CDyi çıkartıp o kağıdı her gördüğünde taktığı CDyi taktı. O, küllüğün yanına dayadığını sigarasını unuttu ve sol elini, yırtık paçalı siyah pantolonunun sol cebine atıp paketi cebinde oturmaktan kendini koyvermiş sigarasından bir tane alıp dudaklarının arasına koydu. "canım acıdı. Ara sıra dudaklarımı yalamayı unutmamalıyım artık. " Sağ elini yırtık paçalı siyah pantolonunun sağ cebine attı ve çakmağını çıkartıp sigarasının ucunda tuttu. "Ya bu sefer çakmak yanmazsa?" Baş parmağını çakmak taşından kıvılcım çıkartacak olan silindirik dişliden gazı açacak düğmeye doğru kaydırdı. "Gazın sesi geldi. Gaz var." Çakmağın ucunda maviden turuncuya uzanan ateş seri üretim hattında standartlara uygun sarılmış sigarasının kusursuz ucunu yakarken sanki içine çekeceği tek bir nefes hakkı kalmış ve onu kullanıyormuşcasına nefesini çekti. "Yandı. Bir an yanmayacağını düşündüğümü hatırlıyorum sanırım." CD çalar yavaşça kapandı, ve garson ince parmaklarıyla en düzenli müterinin en sevdiği şarkının numarasına ulaşmak için CD çaların yıllar boyunca aşınmış tuşlarına bastı.
Şarkının ilk notaları hemen başının üstünde asılı olan kolondan kulaklarına doğru akmaya başladığı anda gözleri hala, hep dikili olduğu çivi deliğine dikiliydi. "Çivi deliği! Duyuyor musun? Şarkımızı çalıyorlar! Bizim şarkımızı! Neden heyecanlanmadın? Biliyorum biliyorum. Bunca yıldan sonra sadece hala heyecanlanabildiğime inanmaya çalışıyorum. Bir saniye çivi deliği"

Ve o saniye hiç bitmedi.

Şarkı başladı. 'Through the fish-eyed lens...' Bardan içeri bir insan grubu girdi. Bunlar O'na çok sıkıcı gelmişti. Her biri birbirinden güzel çok dikkat çekici kadınlar, ve birbirlerinden yakışıklı adamlar. '...ng high in clear blue skies...' "Bunlar sıkıcıymış. Hayatları boyunca beğenilmiş, sevilmiş insanlar. Şişkoyla sarışının dipleri düşmüştür kesin." En sonunda bu kalabalık grubun en arkasından bir kız girdi. '...and if you make it past the shotgun in the hole...' "Bilemiyorum. Nasıl?" İlk kez O birine bir saniyeden uzun süre bakmıştı. '...I'll tell you what's beh...' "Sen kimsin?" Kız O'na baktı. '...There's a kid who had a big hallu...' O'nun suratı ifadesiz, gözleri boş, sigarası sağ elinde sararmış işaret parmağanın üstüne bir kat daha sarı atarak kendini tüketirken, '...he wonders if you're sleeping with your new found faith...' kız masanın boş olmadığını anlayınca hayal kırıklığına uğradı. 'Could anybody love him' "Bu olmamalı. Tanımıyorum. bilmyorum. Okuyamıyorum. Nasıl? Kim? Neden?" '...Or is it just a crazy dream?!...' Sigarasını ağzına götürdü. "Canım acıdı. Ara sıra dudaklarımı yalamayı unutmamalıyım artık."
Kıza bakmaya devam etti. '...And if I show you my dark side...' Konuşmalarını dinledi, onu tanımaya çalıştı. '...And if I open my heart to you...' Gözlerinin içine baktı, ruhunu görmeye çalıştı. '...What would you do?..' Kız rahatsız oldu. Arkadaşları onu yatıştırdı "o adam deli, yıllarca şu arkadaki deliğe baktığını söylüyorlar..." ve onun hakkındaki bütün bar efsaneleri anlatılmaya başladı. '...And smile in reassurance as you whisper down th...' "Salaklar kendimi tanıyorum, yıllardır benim hakkımda konuşuyorsunuz, ama kendiniz hakkında hiç bir şey söylemiyorsunuz. '...Or would you take me home?' İlk defa birisini okuyamıyorum, ve bırakmıyosunuz ki kadın kendini anlatsın. Tanrım, ne kadar güzel bir solo" '...I held the blade, in trembling hands, prepared to make it but...' "seni sevebilmeyi isterdim." '... I never had the nerve to make the final cut.'

Ve bu konuşmalar alkolünde etkisiyle bir gece boyunca sürdü. Kız ara sıra O'na baktı. O da kızın gözlerinden kendine baktı. Ayağa kalktı. İlk defa bar kapanmadan bardan dışarı doğru yürüdü. Barın kapısı kızın güzelim suratının solunda kalıyordu. Kız sol gözünün ucunda O'nun hala kendisine baktığını farketti. Döndü, ilk defa birisi göz ucunda O'nu gördükten sonra O'nu tekrar görebildi. Kıza gülümsedi "Canım acıdı. Ara sıra dudaklarımı yalamayı unutmamalıyım artık. Yada artık gerek kalmamıştır." İlk kez gülümsedi. Ve sadece kız gördü. O, arkasını döndü. Barın önünden geçen tek yönlü caddede önce sağa, sonra sola, sonra sağa, önüne, tekrar sağa, son kez sola, ve son kez sağa baktı.

Kız, ertesi sabah O'nun resmini gazetenin üçüncü sayfasında gördü, bir intahar haberinde.