12 Mayıs 2013 Pazar

Martı


Çok fazla şey oldu olmamış gibiydi aslında, ki olmadı zaten, ama o kadar gerçekten oldu ki, hayatım rüya kaldı bu olmayan gerçekler yanında.
Küçük bi komodin istedim sadece, başucumda duracak, anılar saklanacak içinde, belki bir iki damla göz yaşı ve olanca kahkahalar. Hangi mobilyacıda bulurum dedim bu komodini.
Mobilyacılar acaba neler hissediyor ki biz bunları isterken? Biz derken ben sanırım.
Hayatımın her anından gurur duyuyorum ister istemez. sadece bilemiyorum, her anı, yeteri kadar iyi yaşadık mı? Sizce? Bir düşünün, hayatınızdan geçip giden zamanı. Her bir saniyesine yeterli olacak değeri verdik mi? Verdiniz mi? acaba ben verdim mi?
Düşünsenize, ki ben düşündüm daha önce, eminim sizlerde düşünmüşsünüzdür. Hayata öylesine çıplak fırlatıldık ki seçemedik aslında kim olacağımız, ve belki de kim olduğumuzu.
Duygularını kontrol edebilen birisi varmı sizce? İçgüdüler gibi. Fazlaca bizim seçimimizden uzak olan kendimizin verdiği tepkiler, yaşananlara, ve emin olmasakta yaşanacaklara.
Gerçekten çok mu zordu az daha düşüncelerimizin duygularımızla aynı yolda yürüyebilmesi? Ben her zaman yapamıyorum aslında yapmam gerekenleri, duyguları bir kenara bırakıp mantığımı kullandığımda.
Ya ne diycem sizlere, düşündüğümüz kadar basit değil aslında hayat. Görmeye ve anlamaya çalıştığımız kadar. Belkide, biraz susmayı öğrenmeliyiz.
Ama susabilmek kadar basit bir şeyi yapabilirmiyiz?
Yada en kolayını söyleyelim. Düşünememek? Hissetmemek. Aslında ne kadar güzel geliyor dimi kulağa?
Bir bar tezgahında sadece o anda bulunan bir tekila bardağı olsak ya aslında hiç istemesek bile. Dolu olsak bir kaç dakika için, ve ağzımıza tuz sürülmüş olsa, bizi içecek şansız insanın agzını burabilmek için.
Belki bir dilim limon olur üstümüzde, arkadaşlık eden bize, her ne kadar bilmese de bir kaç dakika sonra ısırılıp yok edileceğini, ve sadece incecik bir kabuk kalacağını onu hatırlatacak, yok oluşundan sonra.
Yada bir sigarayı düşünün, bir sigara, kendi dışında 19 tane dostuyla beraber sıkı sıkı paketlenmiş olduğunu. Sıranın ona gelip gelmeyeceğini bilmeden. Ruhunun ucu çok ucuz yada çok pahalı bir çakmakla yakıldığını ancak küllüğün içinde söndürülmeden önce ancak anlayabildiğini, bir kaç dakikadır öpüştüğü insanın ömrünü kısalttığını öğrendiğini.
Kocaman bir kütüphane düşleyin, içinde tek bir kitap bile olmayan. Ve düşünün bunun sizin hayatınız olduğunu. Sizin, benim, onun, yada onların. Belkide bizim. Ve o kütüphaneyi doldurmak istesek, hayatımız boyunca, okusak aslında yazılmamış olanı, ve yazmaya kalksak aslında binlerce defa yazılmış olanı. Ne yazabilirizki? Allah aşkına ne yaşayabilirz ki?!
Kocaman bir binadayım. Kos kocaman. Oradaki çelik merdivenlerim ben aslında, asla kullanılmayan, binanın estetiğini bozan, görüntüsünü değiştiren ve belkide olmaması gereken. Asansörler değilmi siz 97inci kata çıkartacak olan. Ve 102incisinden sizi indirecek olan deniz seviyesine. Bekleyim mi yangın çıkmasını? Bekleyim mi bana muhtaç kalmanızı? Yoksa zamanla bakımsızlıktan eskimiş civatalarım kopsun ve yerle bir mi olayım? Beklemeliyim değilmi?
Starbucks'ta istediğimiz kahvenin gelmesini beklemiyor muyuz? Beklemeli miyiz? Bekliyoruz ama, çünkü o kahvenin tadı her bir yudumda bizi o salaş kahveden çıkartıp cennete yaklaştırmıyor mu? Belki kahveyi o kadar sevmiyor olabilirsiniz. Ah.. Ben bayılıyorum. Olanca mide rahatsızlığıma rağmen her gün bardaklarca içmiyor muyum? Hemde nasıl içiyorum. Hemde nasıl bir keyifle içiyorum.
Sanki aşk gibi? En azından çirkin bir insanın aşkı gibi, benim gibi. Sonunda acıyacağını bile bile sevmek?
Kocaman ve kapkaranlık bir gözlük. Güneşten koruyan bizi, ve gözlerimizi. Ya güneşse aslında korunmamamız gereken, ve umutsa aslında süzdüğü. Ve mutluluksa?
Alkol, güzel değil mi gerçekten? Parmağımız kesilince, üstüne alkollü mendil basabilmek?
Ya kesilen sadece parmağımız değilse? O zaman nasıl dökeceğiz alkolü?
O yüzden içmiyor mu insan deliler gibi? Ve sarhoş olup unuttuklarını anmıyor mu? Nefret edilecek bir durum değil mi? Alkolü öylesine hoyratça kullanmak? Sanırım onu hiç yapmadım şimdiye kadar. Ve mutluyum bu yüzden. Ama parmağım kanadığında dökerim üstüne. Mikroplar ölsün değil mi?
Pamuk şekere dokunduğumda ellerim kanıyor. Ama ısrarla o pamuk şekere sarılıyorum, bütün bedenim kanıyor, paramparça oluyor, ve anlamıyorum.
Otururken yorulmaktan yoruldum.
Ve koşarken aldığım keyfin sadece dinlendirmesi beni? O zaman oturma. O zaman nefeslenmeye çalışma murat.
Murat kim gerçekten? Sadece parmaklarmış mesela, klavyenin üzerinde dolanan.
Parmaklar hissedebilir mi kalbin hissettiklerini? Neden hissetmesin? Eğer aynı bedendelerse.
Kardeşimle aynı beden pantolonu giyebilir hale geldim.
Herşey akıyor, ve akmaya devam edecek, belki bir kavanozumuz olsa? Toplayabilirdik. Aslında emin olmadan.
Küçücük bir şarkıydı aslında ninni dedikleri. Sanki bizi büyüten oymuş gibi fısıldandı kulaklarımıza.
Peki ya hiç yorganları düşündünüz mü? Her gün bizi bekleyen? Bütün gece, ve sadece geceleri beraber olabilmek için. Ömürleri beklemekle geçmedi mi? Yada ulaşmakla? Bir kaç saat için bile olsa.
Mutlu olmadılar mı? Bence oldular, bütün hüzünlü yalnızlığın yanında.
Umursamazlığı ittim elimin tersiyle uzanamayacağım bir yere. Ne vardı o kadar sert itmeseydim?
Düşlerimin cenazelerinin beklediği morgu ziyaret ettim bir kaç saat önce. Neden her birinin etiketi aynı? Farklı olmaları gerekmezmiydi?
Hayallerin düşlerden farkı ne acaba? Belkide aynıdır. Farklı cümlelerde kullanılsalar bile.

1 yorum:

  1. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil